Evet arkadaşlar, 1 Yılda 80 Kitap olarak Defne Sanat Evi‘nde gerçekleştirdiğimiz bu ayki buluşmamız Gabriel Garcia Marquez‘in Yüzyıllık Yalnızlık kitabı üzerine idi. Kırmızı Pazartesi‘den sonra ikinci Marquez kitabı benim için. Etkinliğimiz çok güzel geçti çünkü katılım yoğundu. Bir de –en azından benim için– sürpriz olan nokta mangalda sucuk partisi düzenlememiz oldu. Üzerine bir de keman eşliğinde müzik dinletisi eklenince demeyin keyfimize 🙂
Kitapla ilgili iki farklı yorum yapacağım. Aslında etkinlik günü sabahına kadar tek yorum derlemiştim ama yaptığım araştırma beni o kadar derin noktalara götürdü ki, bir tarih meraklısı olarak bu olaylara kayıtsız kalamazdım. İlk yorumum genel olarak şu şekilde: okurken sıkıldım, evet. Gruptaki arkadaşımın deyimi ile: meyan şerbeti tadı var. Kitaptaki karakterlerin ismi birbirleriyle aynı ve karıştırmadan edemiyorsunuz. Zaten kitabın başında bir soyağacı var. Eminim siz de benim gibi bir kez baktıktan sonra –üşengeçlik de diyebiliriz buna– bir daha açmadınız o sayfayı. Onun için isimlere pek takılmadan devam ettim. Benim için isimlerin devam etmesi, kitaptaki karakterlerin kaderlerinin de benzer olmasından geliyor. Gruptaki diğer arkadaşlarımın yorumuna göre de, bulunulan coğrafyaya özgü bir durum…
Kitapın hikayesi, Buendia ailesinin Macondo kasabasını kurması ile başlıyor. Ailenin hikayesi ile Macondo’nun kuruluşu aynı zamana denk geldiği için aileden biri veya birilerinin yaşadığı olaylar, verdiği tepkiler tüm kasabanın halet-i ruhiyyesine yansıyor. Aile içine kapanık ve kendi içinde bir kısır döngü oluşturuyor. Bundan dolayı ev halkı birbirlerine ilgi duymaya başlıyor. Bir nevi ensest ilişki havası hakim. Ben bir de isim benzerliklerinin bundan dolayı olduğunu düşünüyorum. Kitabın çevirisi gayet muntazam ve akıcı. Özellikle ilk bölümlerde eski Türkçe kelimeler kullanılmış. Şimdi sizlerle kitaptan birkaç alıntı paylaşayım:
Belden aşağısı bedenin aşkı, belden yukarısı ruhun…
Kötülük dünyada değil, kişinin yüreğindedir…
Bir ilişkiyi kadın başlatır, kadın bitirir. Ama başlatan ve bitiren aynı kadın olmayabilir…
Gelelim kitabın beni en çok etkileyen kısmına. Yalnız buraya geçmeden önce bu kısımla ilgili, Illinois Üniversitesi‘nde Latin Amerika Edebiyatı dersi veren Ericka Beckman‘ın sözlerini sizle paylaşayım:
Bizler halen, bizden önce meydana gelen felaketlerin bir ürünüyüz. Yapılması gereken, bu paylaşılan hikayeleri yeni kolektifler ve ifade biçimlerine dönüştürmektedir…
Kitapta Muz İşçileri Katliamı isminde bir olay yaşanıyor. Kitap her ne kadar kurgu olsa da şimdi bahsedeceğim gerçek bir trajediye dayanıyor. 1928 yılında gerçekleşen bu katliamda ölenlerin sayısı hiçbir zaman bilinmemekle birlikte 47 ile 3000 arasında değişen sayılar rivayet ediliyor. Olayın odağında muz işçileri var çünkü Latin Amerika büyük bir muz plantasyonuna sahip. Bizim bugün chiquita muz diye yediğimiz muza adını veren şirketin o yıllardaki ismi United Fruit Company. Haksız çalışma koşullarına baş kaldıran halka karşı Kolombiya ordusu harekete geçiyor çünkü Amerikan Hükümeti, United Fruit Company‘nin çıkarlarını korumak için Kolombiya Hükümeti’ni işgal ile tehdit ediyor. Bir bakıma şirket için Latin Amerika‘nın ilk toprak ağası tanımı yanlış da olmaz. Bu gerekçeler neticesinde de bahsettiğimiz katliam gerçekleşiyor…
Yalnız olay burada bitmiyor. Katliamdan 20 yıl sonra Márquez’in hayatını etkileyen bir olay daha yaşanıyor. Geçmişteki acıları araştırmak isteyen Kolombiyalı politikacı suikaste kurban gidiyor. Bunun üzerine başlayan halk ayaklanmasının –ki bu olaylar sadece Kolombiya ile sınırlı değil, United Fruit Company‘nin üretim yaptığı Latin Amerika ülkelerini etkiliyor– Fidel Castro ve Ernesto Che Guevara önderliğindeki Küba Devrimi‘nin başlangıcına etkisi olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır. Bir muz nelere kadir diyebilirsiniz. Yalnız şunu unutmamak gerekir ki muz; pirinç, buğday ve sütten sonra dünyada tüketilen dördüncü tarım ürünü. Bundan dolayı oldukça değerli. Ayrıca kitaptaki kasabanın isim olan Macondo, o coğrafyada kullanılan eski bir dil olan Bantu dilinde muz anlamına geliyor. Son olarak şunu da belirtmek gerekir ki, Muz Cumhuriyeti lafı da –burası Muz Cumhuriyeti değil arkadaş!– buradan geliyor. 1930’lu yıllarda şirketin üretim sahası o kadar büyük ve ülkeler üzerinde o kadar etkili ki, Amerikalı yazarlar Latin Amerika ülkeleri için, parmaklarında oynatmalarına atıfta bulunmak amacıyla bu terimi çıkartıyorlar…
Ericka Beckman‘ın sözleri şimdi anlam kazandı, değil mi? Bu tür toplumsal trajediler bir şekilde nesillere aktarılmalıdır…
Bir sonraki kitabımız olan Miguel de Unamuno‘nun Sis isimli kitabında görüşmek üzere…
Kaynaklar: en.wikipedia.org/wiki/Banana_massacre www.evrensel.net/haber/83105/muz-iscileri-katliaminin-yuzyillik-yalnizligi haber.sol.org.tr/dunyadan/cikita-muzun-hikayesi-haberi-15902 meseledergisi.com/2014/07/makondodan-gunumuze-kalanlar